26 Aralık 2010 Pazar

2010 güzel geçti be sanki.... hani geçen yıl dilediğim şeyler genelde oldu gibi :) tabi bazen hayatımın bazı alanlarında iniş çıkışlarım oldu ama hayatta herşeye fazlasıyla sahip olmanın mümkün olmadığına inanan biri olarak normal karşılıyorum..
2010 un hep hatırlanacak bir yıl olması kuvvetle muhtemel benim için :) ilk yarısı hele şahaneydi, hiç seyehat etmediğim kadat seyehat ettim, yabancı bir ülkede yaşadım, mezuniyet mutluluğunu yaşadım ve çok güzel bir tatile çıktım...
ikinci yarı daha çok bekleyerek geçti malesef ama aralık ortası o durgunluk da kırıldı... çok istediğim bir işe girdim ve hayatımda yepyeni bir dönem başladı...
yarın da işbaşı yapacağım, çok ilginç bi duygu...
kısacası 2010 ilkokuldaki hayat bilgisi kitaplarındaki gibi dede olmuş giderken ve minnak 2011 bebeği gelirken, o tonton dedeye teşekkür etmek istiyorum ve yeni gelen bebeğe el vermesini rica ediyorum :)

bu yıl da bol bol seyehat, güzel bir iş yaşamı, sevgilimle aynı şehirde yaşamakkk kkk kkk, ailemle mutluluk, arkadaşlarımla bol bol eğlence, kırmızı mini cooper gibi isteklerim var :)

hadi 2011 göreyim seni
öperim
13 Aralık 2010 Pazartesi

if i had to, could i do this?
would i be any good? would i somehow manage to stay ME?
12 Aralık 2010 Pazar

Ben pazar günlerinde nefret ederim. Her günü bana babamın çubuklu pijamalarını giyip gün boyu abuk sabuk 2. lig maçlarını izlediği, annemin ev işleriyle ilgilendkten sonra bizi kaynar suyla yıkayıp hastalanırız diye katiyen sokağa çıkarmadığı günleri hatırlatır... Televizyon yok sokak yok, ödevler yine son ana sarkmış, offff yani :/ Ruhuma bir kasvet çöker, herşey birden sıkıcı-boğucu gelmeye başlar.

Bugn yine öyle bir pazar yaşadım. Sevgili Antalya da yardımcı oldu sağolsun. deli bir yağmur, kasvetli ve gri bir hava... Ben hala evde belge bekliyorum. Tv bu sefer bana ait ama izenilecek birşey yok. açıyım bari bir film izleyeyim dedim Edith Piaf ın hayatını anlatan La Vie en Rose u izledim... yine pek tatmin olmadım

Sonra internette gezegenlerin gidiş glişinin Bu gariban ikizler burcu salome ye nasıl etki edeceğini incledim..... incelemez olaydım. 21 aralıkta burcumda ay tutulması varmış,kendimi çok iyi analiz edip çok güçlü ve sabırlı durmam lazımmış yoksa beni kötü günler bekliyormuş... muş....muş

bu bilgiden aldığım güçle buzdolabına doğru uzanıp, içindeki herşeyi yeme hırsına kapıldım... avkado sonrası, börek sonrası, kahve sonrası, meyve sonrası vs vs saat 12 yi buldu, midem de zaten taş gibi oldu.

Evet..... pazar günlerinin baya pek iyi gelmediği aşikar.
hele kışsa, hava gri ve yağmurluysa...
11 Aralık 2010 Cumartesi

Hayat tüm heyecanı (!) ile devam ediyor. ben de tam derya baykalın cts programını izliyordum ki kendime tahammül edemeyip kapattım.
Üniversiteyi bitirip, bir de üstüne iş bulunca hayatının en çılgın heyecanlı vs günleri geride kalmış gibi hissediyor insan. benim de üzerime bir gariplik çöktü. Kendime dışardan baktığımda bazen tam bir TEYZE görüyorum. ( bir zamanlar en büyük korkum böyle hissetmekti)

Mesela;

geçen hafta gittik bana döpiyes takımlar aldık... iyi güzel de onları hergün giyme düşüncesi beni çok korkutuyor :/

sonra belime kadar olan saçlarımı kestirmeye karar verdim, çünkü o döpiyeslerle bele kadar inen saç çok garip bir ikili oluşturuyordu... şimdiki görüntüm ümit boynerden hallice :) bi de sarı balyaj yaptırrısam görüntü tamamlanmış olacak...

akşam 6 dan sonra dışarı çıkarken tırsmaya başladım...

evde oturmuş günlerdir tebligatımın gelmesini bekliyorum ve işte seda sayandır,derya baykaldır oturma odasının arka fonunda hep onların sesleri duyuluyor :(

yemek bloglarına kafayı taktım vs vs

iş hayatım başlamadan beni yaşlandırmaya gücü yetti :)

gerçekten merak ediyorum, hayatın en güzel günleri geride mi kaldı???
7 Aralık 2010 Salı
http://www.rabarbarocks.com/mutlu2010/index.html?dmlkZW9BcnJheT12aWRzLzEtMi1BLUsuZmx2LHZpZHMvMl84LmZsdix2aWRzLzNfNi5mbHYsdmlkcy8yXzEzX3MuZmx2LHZpZHMvNV8yLmZsdix2aWRzL25hbWVzL3NlbGluLm1wMw==

hala gülüyorum, cok güzel yapmıslar :D
3 Aralık 2010 Cuma

bune kadar benim bloguma bir sekilde ulaşan tüm dostlar... söyle bir bakınca aslında karamsar yazıların cogunlukta oldugu bir blogu tutmusum ( gunluk tutar gıbı evet :)) bugun ise gercekten cok guzel bir haber aldım, uzun zmandır beklediğim bir haber. cok istediğim bir işe basvurmustum, kabul edilmişim :D

tam bir şaşkaloz gibiyim şu an :) internette açıklanan o isim benim mi diyorum hala kendime...

yıllardır harcadığım emeklerin karşılık bulacağı bir yer varmış meğer, ilahi adalete inancı azalmış bir insan olmaya başlamıştım. bu haber gerçekten çok iyi geldi ...


ne diyeyim, darısı başınıza... hayat hepinize böyle güzel haberler versin inşallah :)
28 Kasım 2010 Pazar

how much harder it is to be soft than being hard....
19 Kasım 2010 Cuma

11 Kasım 2010 Perşembe
Sana büyük bir sır söyleyeceğim korkuyorum senden
Korkuyorum yanın sıra gidenden pencerelere doğru akşam üzeri
el kol oynatışından söylenmeyen sözlerden
Korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan korkuyorum senden
Sana büyük bir sır söyleyeceğim kapat kapıları
ölmek daha kolaydır sevmekten
bundandır işte benim yaşamaya katlanmam
sevgilim
,,,
6 Kasım 2010 Cumartesi
4 Kasım 2010 Perşembe
Uzun yıllar ve bir dolu yaşanmışlıktan sonra hikayeye başladığım yere geri döndüm. Antalya her zamanki gibi çok güzel... Otobüsten iner inmez ılık bir hava karşıladı beni. eve dönüş yolunda da masmavi bir deniz... Üniversiteyi izmirde okumuş biri olarak denizin bu kadar mavi olması garip geliyor aslında :) Zira izmirin denizi içine yıllarca lağım suyu akıtıldığı için tanımlanamaz bir renge bürünmüş. o Renkten sonra deniz gerçekte neymiş anlamak için antalyaya gelmek gerekmiş :) ( izmiri de her şeye rağmen cok severim yalnıs anlasılmasın )

Ama antalya bu doğal güzelliklerine ve zengin tarihine rağmen herşey dahil oteller yuvası haline gelmiş malesef. Şehirde ne olup bitiyor bir araştırma yapayım dedim...Herşey o kadar kısır kalmış ki. Birçok antalya sitesinin etkinlikler bölümü altında sadece sinema telefonları var desem özetlemiş olurum herhalde. Gönül isterdi ki Antalya da İstanbul gibi renkli organizasyonlara ev sahipliği yapsın. Aslında malzeme o kadar çok ki... Tarihi kaleiçi, atatürk parkı, beach park, dedeman tarfı vs vs. ( tamam biliyorum altın portakal var ama o senede 15 gün)


Antalya bu yönlerden de güçlü olsa, tarihi dokuya daha sıkı sarılınsa, gittiğiniz yerlerde şehrin yarısını kaplayan rus nüfusunu mutlu etmek için sedace rusca sarkılar calınmasa , Anatalya da diğer güneşkentler barcelona , los angeles gibi daha fazla karakter sahibi olurdu...


Belki bir gün... neden olmasın???
*bu kadar güzel bi kitabın bu kadar yavan bir filmi olsun....gerçekten zor olanı başarmışlar. Sanki kitapta olan herşeyi filme sıkıştırmalıyım demişler ve sonuç olarak gereğinden fazla uzatılmış, hindistan kısmı çok yavan kalmış ama julia roberts la renklenen bir film.
*Film den umudu kesmeye başladığımda artık nasıl bu kadar para kazanırım da ben de buralara giderim sorusuyla oyaladım zihnimi.... Bulamadım Hakikaten nasıl bulurum o parayı? yayın evinden avans olrak mı istesem yeni kitabım için ? :P
*Bali deki o ev.... sanırım hayatımın evi senmişsin.. ilk görüşte aşk...

*diyet yapanlar filmi izlemesin, zira ben julia roberts ı o pizzaları , makarnaları yerken gördükçe beynim zonklamaya başladı... kolay değil 2 haftadır açım, aç....

*ketut un o tatlılığı beni benden aldı.
* genetik olarak diz rahatsızlığı olan bir aileden geldiğim için filmden çok faydalı bilgiler edindim. kıkırdağı arttırmanın bir yolu da ... imiş :)
* sonuç olarak , kitabı okuduğum için ve film güzel karelerden oluştuğu için ve de julia roberts ın hatırına eğlendim aslında... ama herkese tavsiye etmem.
26 Ekim 2010 Salı

Ankarayı sevebilmek adına yaptığım araştırmalarda harika bir bloğa rastladım. Karma has kicked my ass :)) orada mutluluk projesi ve kişisel gelişim zırvaları diye bir güzel bir yazı var. orada beyin yorgunluğunu beden yorgunluğu ile dengelemeyen insanların bunalıma girdiklerinden bahsediyor.

Eureka!!!

Bazı günler evden dışarı çıkma zahmetine bile girmeyip bütün gün evde kendimi çeşitli konu başlıklarında düşüncelere verdiğim için bunalımımın sebebini anlayabiliyorum.

Ama malesef benim yapımdaki bir insan için düşünceleri azaltmak çok da mümkün değil. sorunları ancak çözüldüğü zaman düşünmeyi bırakabiliyorum. Hal böyle olunca bugün kendimi egzersize verdim. cindy crawford la geçen 1 saatlik egzersiz sonrası hala kendimde değilim. Bi tarfatan da diyet tam gaz devam ediyor ve şu an kıpırdayacak enerjim bile kalmadı :(

ve şu an uykudan başka hiçbirsey düşünemiyorum...

işe yaradı bu yöntem galiba =))
25 Ekim 2010 Pazartesi

dün gece yüksek bi motivasyonla kendime diyet listesi hazırladım. Diyette ekmek yok , şeker yok, hamur kesinlikle yok. sadece müsli sebze corbası hoşafvari bir sıvı ve ara ögünler için grisini var. Hedefim 5 kilo vermek. en son tartıldığımda 58 kiloydum( biliyorum , biliyorum ayvayı resmen yemişim... resmen...) maximum kiloma ulaştım evet.
sunu söyleyeyim diyet hala bozulmadı. :) tüm gün dışarıdaydım. birara gözlerimin karardığını hissettim ama sonra atlattım.

ama olanlar eve gelince oldu. İzledğim dizilerdeki bütün insanlar makarna mı yiyodu bana mı öyle geldi? en azından sex and the city de çin eriştesi bolluğuna şahit olduğumdan eminim. Başıma bir ağrı girdi... ama yağma yok tüm gün sebze çorbasını içtikten sonra bir anlık hevese tüm emeklerimi çöpe atacak değilim herhalde!!!


P.S bu sebze çorbası iyi hoş çok vitaminli çok yeşil ama.... bi garip :(
24 Ekim 2010 Pazar

bugün hangi akla hizmet edip de Ankamall e gitme hatasını yaptım bilmiyorum. insanlar çıldırmış gibi ve oradan oraya kuyruk şeklinde ilerlenebiliyo ancak. ama ne yapayım kredi kartı borçlarını temize çekine dayanamadım :) işte izlenimlerim

*artık bershka, stradivarious vb. yerlerdeki hiçbirsey hosuma gitmiyor. ama ipekyol, roman gibi yerlerdeki neredeyse herseyi beğendim. Evet 23 yaşında 32 yaşına erişmiş bulunmaktayım....

*her tarafı ayna olan kabinlerden nefret ediyorum. sonsuz bir şişmanlık senfonisi yaratıyor.

*güdük ve şişko gösteren aynalardan ve tepelerdeki spot ışıklardan nefret ediyorum

*twist e bayılıyorum

*neden bütün tasarımlar 180 e 60 kızlar için? 160 a 57 olanlar ne giyecek?

*"şey dicem bu pantalon bence pek olmadııı" diyen tezgahtar kız... "........................." al bu boşluğu münasip(!) şekilde doldur

*Yarın diyete başlıyorum...
23 Ekim 2010 Cumartesi

Expectations vs. Reality (500) Days Of Summer Movie Scene from catiski on Vimeo.

21 Ekim 2010 Perşembe

Bana bi şey oldu yoruldum...

Bi şey oldu hiçbişeyi sevmez oldum

Bi şey oluyo heyecanlanıyorum

Nedendir vazgeçiyorum...



Hissiz mi oldum? başka bi olgunluk mu buldum?

artık soru sormuyorum...

Gülmek ya da ağlamak istiyorum...

Herhangi bişey hisstemek istiyorum....



P.S 21 ekimden elde kalanlar 2 redddd, 1 umut ışığı ve çok feci karın ağrısı.....

19 Ekim 2010 Salı

O da hatalar yaptı, ben de hatalar yaptım. Hangimizin hataları daha büyüktü bilemiyorum. Başımı yastığa koyduğumda bir gece onun yaptıklarını düşünüp sinirleniyorum, bir gece de kendi hatalarımı düşünüp utanıyorum... En son ne zaman harika vakit geçirdik diye düşünüyorum aklıma bölük pörçük anlar geliyor sadece... Söz konusu o olunca hiç olmayacak şeyler yapıyorum. Sürekli eleştiriyorum, koca adama annelik yapmaya çalışıyorum, gözüme hiçbirşey yeterli gelmiyor...
O ise kıskanç, beni kırmaktan pek çekinmiyor garip garip sınırlar kurallar koyuyor. İşin acı tarafı o kurallar daima değişken.
Birbirimizi yıpratmışız, eskitmişiz. Zaten görüşemiyoruz bile.

Ama yine de bazı şeyler var ki içinden bir ses uğruna verdiğin savaşı ne kadar yorgun düşsen de asla bırakmamanı söylüyor...
17 Ekim 2010 Pazar

You are not only the solar spectrum with the seven luminous colours, but the sun himself, that illumines, warms, and revivifies! This is what you are, and I am the lowly woman that adores you.

diye anlatmış franszı aktris juliette drouet aşkını victor hugo ya... bence de aşkın en güzel tanımlarından biri....
16 Ekim 2010 Cumartesi
ne kadar olmus?? en son hazıranda yazmısım... aslında bu bogda yazan seylerden ve hayatımdan cok uzakta oldugum için bi daha yazmama kararı almıştım. ama bastıramıyorum yazı yazma isteğimi...
dısıplınlı bır yazar olsam avrupa seyehatlerımı yazıcaktım ve guzel de bır arsıv olacaktı, ama olmadı. bı de gecen mart ta olusturdugum yapılacaklar lıstesıni değerlendirecektim.

ama şimdi bakacak olursam, liste şöyleydi ;
orta avrupa turuna cık
okuldaki meditasyon seanslarının %80 ine katıl
sentiment de l'existence...
düzenli egzersiz yap...
Kim olduğunu, hayatında ne yapmak istediğini keşfet...
Daha pozitif ol..
new york a git..
dalgıçlık kursuna katıl
temel seviyede fince öğren
5 kilo ver
düzenli egzersiz yap
fotografçılık seminerine katıl
kuzey ışıklarını gör
dünyanın en büyük saunasına git
ice swimming
Paris te 5 gün geçir
St petersburg a git

orta avrupa seyeahtine cıkamadım.
meditasyon seanslarının hiçbirine katılmadım. aslında çoğu şeyi yapmadım.

bir tek saint petersburg a gittim ve de pariste 5 değil 4 gün geçirebildim. ve finlandiyada baya kilo verdiysemde türk yaşam tarzı sağolsun hepsini geri aldım. Finceyi de öğrendim ama tabisi coktan hafızamın tozlu raflarına kaldırdım.

şu an yağmurlu bir ankara gecesinden yazıyorum... kimbilir belki burda iş bulurum ve ankarayı sevmenin yollarnı aramaya başlarım. ya da istanbul hayalleri tam gaz??
aslında en güzeli izmire dönmenin bir yolunu bulmak...

yani ben izmirde uls öğrencisi kız değilim artık... yaşadığım yer bile belli değil. eşyalarım 3 ayrı evde, neyim nerde ben bile bilmiyorum artık.
dolayısıyla EVET, blogum bana cok uzak...
4 Haziran 2010 Cuma

neredeyse her iki üç kelime yazı yazmayı seven, şehirde yaşayan ve modaya tutkuyla yaklaşan kadıın gibi benim de kendimi muhterem şahsiyet Carrie Bradshaw ile bağlaştırdığım olmuştur....bağdaştırmak değil de bağdaştırmak istemek diyelim. aslında hiç de benzemediğimizi bile bile...


herkes çoğunlukla maddi endişeleri olmayan, güzel kıyafetler giyen, yakışıklı erkeklerle flört eden, kimseye hesap vermek zorunda olmayan, tonla para kazanan, arkadaşlarıyla harika zaman geçiren, tasasız bir insan olmak ister.


karakterin her yönünü savunduğumu söylemiyorum...ama birçok kişi kendinde bu kadının kendi değerlerine göre yontulmuş versiyonunu görmek istemiştir diziyi izlediğinde... o pırıltılı yaşamın cazibesine kapılmamak mümkün değil çünkü...


ama tatlı yalanları bırakıp, acı gerçeklerle yüzleştiğimiz zaman, nasıl bir yanılgı içinde olduğumuzu anlamamız hiç de uzun sürmüyor. insan kendine soruyor;


haftada bir kere gazetede köşe yazısı yazan bir kadın nasıl dünyanın parasını kazanır? nasıl bütün parasını hiç gelecek kaygısı duymadan akşam yemeklerine ve ayakkabılara yatırabilir? erkekler hakikaten giydikleri bir şey, size getirdikleri çiçek türü yüzünden terkedilebilecek kadar değersiz varlıklar mıdır?


tamam dizileri izlettiren şeyler biraz da bu aşırılılıkları, şaşaları, dikkat çekmek için ortaya konulan abartılar...


ama asıl saçmalık bu hayatı gerçek sanıp, gerçeğe uyarlamaya çalışanlarda...kendilerine küçük bir sex and the city seti yaratıp, orada yaşadığını düşünen insanlarda...


kimileri tarafından post-feminizm olarak tanımlanan bu hayat tarzı kadınları kaç adım ileri götürdü? hatta bırakalım kadınları şehirli, en az ortalama bir geliri olan Türk kadınları diyelim....


Bu akımın yayılmasıyla, ne kadar özgürleşildi acaba? biraz kendi paramızı kazanmaya başladık, ve bu paranın büyük bir kısmını belki hiç giymeyeceğimiz kıyafetlere harcadık diye daha mı mutluyuz? erkekler bize daha saygıyla mı yaklaşıyor yoksa kaşık düşmanı olmaktan kendi parasını kazanan kaşık düşmanına mı dönüştük?


kimin gözünde ne olduğumuz da önemli değil aslında... kendi gözümüzde ne kadar ileri gittik? daha özgür ve mutlu muyuz yoksa daha materyalist ve daha umutsuz mu? mayıs vogue da seda domaniç de bu konuya eğilmiş, cesaret gösterip acaba biraz ileri mi gittik sorunu sorabilmiş...sex and the city ve vogue kelimeleri içiçe geçmişken, o derginin editörü olarak durumu sorgulayabilmiş...


bütün bunları düşündükçe nasıl bir aldatmacada teselli bulmaya çalıştığımızı görüyorum


ne de olsa sex and the city 2 nin bile belirli olmayan bir zamanda vizyona gireceği bir ülkede yaşamıyor muyuz???


yani hayal kurmak bile hayal aslında....


2 Haziran 2010 Çarşamba

blog dünyası emelo nun da dediği gibi harap durumda... ben de o harabelerden biriyim :) ama haklı nedenlerim var sevgili blog... erasmus bitii, barcelonaya gittim, istanbula döndüm antalyaya geçtim sonra ankara sonra afyon ve ensonunda izmir derken hiç nete girmemedipim zamanlar oldu... herneyse şimdilik 1 ay kadar dahaa izmirdeyim gibi gözüküyor....

yeniden evimde olmak güzel, eramus beni tamamen yepyeni bir insan yapmış da olsa burda olmak eski günlerimi hatırlamak hoşuma gitti....fakat izmirde ense yapmak pek kızmet olmadı. apar topar hızlandırılmış kpss kursu buldum ona yazıldımm. artık haftanın hergünü konaktayım... kah dershanede, kah konak pierde ya da kemeraltında ilginç araştırmalar yaparken... buyrun sizleri de beklerim :)

eramus hakkında da neredeyse hiç yazmadım.... avrupa gezileri desen onlar da blogumda değil zihnimin tozlu sayfalarında.... ama hepsini yazıcam, arka arkaya değil belki ama yazıcam keyfim oldukça ,zene bezene... biraz da unutmamak adına...

şimdilik bu kadar sevgili blog

detaylar sonraaa
28 Nisan 2010 Çarşamba

Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Okumayanlar, müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.

Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklarına esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile
girmeyenler,
Bir yabancı ile konuşmayanlar.

Yavaş yavaş ölürler
Heyecanlardan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
görmek istemekten kaçınanlar.

Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına
çıkmamış olanlar
PABLO NERUDA
12 Nisan 2010 Pazartesi

Son yazımı 23 şubatta yazamışım.... Ne kadar çok olmuş. Bir bloğum olduğunu unuttuğumu sanıyorsanız yanılıyorsunuz :) hep bloğuma girdim, listemden diğer blogları takip ettim. ama içimden yazmak gelmedi... bu bir de son zmanlarda yaşadığım aşırı hızlı yaşam tarzı ile birleşince bloğum sahipsiz kaldı malesef...

Ama geri döndüm :) Bu sefer içeriği de, dizaynı da biraz yenilemek istedim. Bloğun eski halinden bayağı bir sıkılmıştım...

Velhasıl kelam hepimiz hoşgeldik :))))
23 Şubat 2010 Salı



21 Şubat 2010 Pazar

*odanızda oturup pencerenizden donmuş ormanı izleyin

*ev içinde yapmanız gereken bütün işleri halledin ve mümkünse dışarı çıkmayın...

*ama insanoğlu bi süre sonra acıkıyor ve yiyecek stoğu da bitince dışarı çıkma zorunluluğu başgösteriyor. siz siz olun ennnnn kalın şapka bere vs vs ne varsa üstüste takmadan çıkmayın

*diyelim çıktınız kafanızı önünüze gömüp ellerinizle kulaklarınızı kapatın.

*her defasında bu soğukta sokakta spor yapan, ilginç heidi nin büyükbabasının köpeği kılıklı köpeklerini gezdiren Finlere hafifçe gülümseyin ve onları sorgulamayın

*havalar 10 derce ısınınca yapacaklarınızın hayalini kurun

*sanmayın ki bu havada kayak, buz pateni falan yapabilirsiniz.... yarım saatten sonra donma tehlikeniz var... benden söylemesi

*kendinize sakinleştirici bir bitki çayı yapın ve diyin ki herşeyin bir nedeni vardır..... başka başetme yolu yok çünkü

*ölümcül soğuğa rağmen yine de kafanızı kaldırıp bi etrafınıza bakın... ve kendinizi harikalar diyarında hissedin...

* hava raporunu kontrol edin. havanın ısınacağı gün için plan yapmaya başlayın :)
5 Şubat 2010 Cuma
neden gecikti bu yazı bu kadar.... bilmiyorum sayın seyirci... belki alışma süreci belki dondurucu soğuklar. bir de bunlara eklenen bir koşuşturmaca vardı tabi. sonuç olarak 2 hafta çalmış oldum..

maceralı başladı yolculuğum. izmir-istanbul-helsinki-joensuu şekinde bir rotam vardı. bu uzun yol ilginç yol arkadaşlarıyla daha da ilginç bir hal aldı. en ilginci iranda devrimden kaçmış bir azeriydi. üçbuçuk saatlik yolculuğum boyunca durmadan konuştu birşeyler anlatmaya çalıştı. fakat ben onun türkçesinden pek birşey anlamadım. sonrasında helsinki-joensuu yolculuğum da sona erdiğinde hoş bir sürprizle karşılaştım... grevdeki finnair işçileri valizlerimi joensuu uçağına aktarmamışlardı. öğrenci danışmanlarım da çok alakadar görünmüyolardı. 2 saat sonra imkansız gerçekleşti ve kapımda bir adam valizlimle bekliyordu :)))

uçuş ve yerleşme maceralarım bu kadar ertesi bir hafta içerisnde yerleşme işleriyle uğraştım. derslerimi denkleştirmeye çalıştım. sonra ben -26 gördüm :)) soğuktan saçlarım dondu. saçların donması birşey ama yanımdaki kızların yüzlerinde saklamaya çalıştıkları kılların donduğuna da şahit oldum. sanırım bundan kötüsü olamaz :P allahtan ben atkıyla heryerimi sarmlamıştım...


şimdi ne mi yapıyorum.... bol bol kış aktivitelerine katılıyorum( cts kızak, pazar ice swimming:)), buz pateni öğrenmeye çalışıyorum, fin kültürünü tanımaya çalışıyorum, fince öğreniyorum.... veee.. en eğelnceli kısmı baharda yapacağım gezileri planlıyorum. şimdiden net olan St Petersburg gezisi var üniversitenin düzenlediği. büyük ihtimalle ona katılacağım. sonrasında kutup noktasına gitmeyi nisanda da orta avrupa, paris fink atmayı planlıyorum.... yaz gelince dee barcelona ve ibiza.... hmmm baharı iple çekiyorum...ama bugünler de çok güzel.... sadece sevdiklerimi çok özledim ve de yemek yemeyi........
24 Ocak 2010 Pazar

p.s Finlandiya yazıları yolda sayın seyirici :) havanın biraz daha ısınmasını ve odamı düzene sokmayı bekliyorum sadece
14 Ocak 2010 Perşembe
Allah ım

biliyorum toefl a pek de iyi hazırlanamadım. ama herşey cok üztüste geldi. aynı anda bidolu işe uğraşmak zorunda kaldım. buna rağmen ilerleme kaydettiğimi düşünüyorum. ama ben hayatta herseyden önce sansa inananlardanım. sen bana yardım et bildiğim onulardan gelsin o tamamen soyut bilim konularından gelmesin okuma kısmındaki sorular. konuşma bölümünde tıkanıp kalmayayım gürülyüden rahatsız olmayayım. bunun dışında son gün ezberlemeye çalıştığım tüm kelimeler aklımda kalsın. son olarak beynim açık olsun bağımsız sorularda ve mantık kurarken yaratıcı şeyler bulayım. sonuuç olarak en az 90 olacak şekilde bir sonuç alayım.

lütfen sen bana yardım et